Değerli üyemiz Çetin Çeki (cheko), kuşçuluğun, hasta yatağımızda bile bizi
hayata bağlayan ne kadar keyifli bir uğraş olduğunu çok güzel bir yazıda dile
getirmiş.
Sizleri bu güzel yazı ile baş başa bırakıyor, Çetin Beye geçmiş olsun
dileklerimizi iletiyoruz.
Kemerburgazda hava soğuk ve karanlık... Az önce kar
yeniden başladı... Biz Akdenizliler için, iç karartıcı bir durum... 2016nın
Ocak ayı, 26 Ocak Salı...
Zaten bir haftadır soğuk algınlığı ve de herhalde gripten
yatıyorum.. Sevmeyerek içtiğim bir ton ilaç da cabası... Eşim, bırakın
pencereyi açmamı, pencere önlerinde bile fazla durmamı istemiyor... Neredeyse
bir haftadır aralıklarla kar yağıyor....
Çalışma odamdaki koltukta uzun oturuyorum... Şimdi hayatta
olmayan aile büyüklerimiz; başta annem çok kullanırlardı bu deyimi...
Anlayacağınız, bir yandan sıkıntıdan patlıyorum, bir yandan da şuracıkta birkaç
dakika kestirebilir miyim diye düşünüyorum...
Bir ara baktım derin bir sessizlik var... Sürekli olarak
çalışma odamın penceresinde olan kuşlardan eser yok... Bunlar bu kadar mı
etkilendiler, kardan diye kalkıyorum yerimden... En azından sağlıklarından ve
de varlıklarından haber almalıyım... Pencerede bir karaltı gördüler mi hemen
hareketleniyorlar, yeni yem geldi diye düşünüyorlar...
Bakıyorum pencereden kimseler yok... Karşıdaki akasya
ağacının dalları arasında bir karaltı var sadece... Sırtı dönük, zar zor
seçiliyor; önce bizim kadrolu kargalardan biri sanıyorum... Bir ara hafifçe
kafasını çevirince ayılıyorum, bu bir yırtıcı.... Demek bizim kadrolular bu yüzden
araziye uymuşlar...
Hasta da olsa, yorgun da olsa, Kuşçu dediğin bu fotoğrafı
çeker diyor Şeytan...
Önce bir makina bulmalıyım, D800 neredeyse el altında, yeni
objektifi de (200-500) buluyorum ekipmanların arasında. Yavaş yavaş makinayı
hazırlarken bir yandan da söyleniyorum kendi kendime, bu kuşlar benim peşimi
bırakmayacak...
Hastalıktan yeni kalkmışım, pencereyi de açamam, ne yapalım
camın arkasından ne çıkarsa bahtımıza.... Birkaç kare çekiyorum... Kuşun sırtı
dönük, aramızda görüntüyü daha da bozmaktan başka bir işe yaramayan onlarca
irili ufaklı dal... Sonuç fotoğrafçı deyimiyle çamur gibi...
İşin zor dostum diyorum, gerçekten zor; kollarımda koca
makinayı kaldıracak güç yok ama kafam da çalışıyor... Bu fotoğrafı her zamanki
gibi çekemezsin diyorum. Diyafram öncelikli ve de auto focusla bu iş olmaz...
Hem de hiç olmaz... Arada dallar var... Fonda kar... Kolay gelsin....
Bereket versin bizim Vagrant (raslantısal konuk) pek bir
sabırlı.... Orada öyle duruyor.... Kadrolular da saklandıkları yerden bunu
kesiyorlar herhalde çıtları çıkmıyor...
Sonunda netleme de dahil tüm ayarlar ellerimden öpüyor...
Kuşun kafasına odaklanıyorum... Bunu yapabilmek için de makinayı neredeyse
kafamın üzerine kaldırmam gerekiyor... Başlıyorum telkinde bulunmaya , hadi
çevir kafanı hiç mi merak etmiyorsun çevrende olup biteni. Birinci deneme
başarısız...
Ara veriyorum, biraz soluklanıp yine deneyeceğim... Eşim
geliyor ne oluyor diye.... Anlatıyorum, ziyaretimize bir yırtıcı gelmiş, bir
Doğan olabilir diyorum...
Biraz sonra içeriden kahkahalar yükseliyor.... Kızım
telefonda benim nasıl olduğumu sorunca Eşim de aynen şöyle demiş: Baban bir
Doğan bulmuş onunla ilgileniyor... Kızım dehşete düşmüş bu yaştan sonra şahin
ile doğan ile ne işi olabilir, gül gibi arabası var... Arabalarla ilgilendiğimi
sanmış, annesi işin aslını anlatınca kahkahalarla gülmüşler...
Gördün mü gerçek Doğan kardeş, (Doğan görünümlü Şahin değil)
ele güne karşı rezil etme bizi deyip bir daha, bir daha , bir daha denedim...
Sonunda bir ara kafasını çevirdi sanki. Bir turuncu ışık
parlar gibi oldu... Asıldım deklanşöre... Meğer neredeyse bizim Vagrant ile göz
göze gelmişiz...
D800 de üzerine düşeni yapmış.... Bu şartlarda mucize gibi
iki kare....
Şimdi geldik işin en keyifli yanına... Bu resimli romanın
adını koymak gerek..
İşte seçenekler:
-KUŞÇU DEDİĞİN BU FOTOĞRAFI ÇEKER diyor ŞEYTAN....
ya da,
-HASTA KUŞÇUNUN ALADOĞANLA İMTİHANI....